26 Eylül 2020 Cumartesi

EYÜP SULTAN HAZRETLERİ (Ebu Eyyûb el-Ensarî)

EYÜP SULTAN HAZRETLERİ (Ebu Eyyûb el-Ensarî)

Ebu Eyyûb El-Ensarî, doğum adı Halid bin Zeyd bin Kuleyb
(Arapça: أبو أيوب الأنصاري; ö. 672 veya 674),

Hicretten sonra İslam peygamberi Hz.Muhammed'i(s.av) Medine'deki evinde misafir eden ve Türkiye'de "Eyüp Sultan" olarak tanınan sahabe. Hazrec kabilesinden olan Eyüp Sultan hz.leri hicretten iki yıl kadar önce hanımı ile birlikte Müslüman oldu. 622'de gerçekleşen

Doğum tarihi: MS 576, Medine, Suudi Arabistan
Ölüm tarihi ve yeri: MS 674, Konstantiniyye-İstanbul
Tam adı: Khalid bin Zayd bin Kulayb
Defnedildiği yer: Eyüp Sultan Camii, İstanbul
Diğer ad(lar)ı: Mihmandâr-ı Nebî
Ebeveynler: Hend bint Saeed bin Amr, Zaid bin Kolib bin al-Nagar

Hazrec kabilesinden olan Eyüp Sultan hicretten iki yıl kadar önce hanımı ile birlikte Müslüman oldu. 622'de gerçekleşen 2. Akabe biatında bulundu. İslam peygamberi Hz.Muhammed'i(s.av) Mekke'den Medine'ye göç ettikten sonra yedi ay kadar evinde misafir etti. Bu sebeple kendisine bu olaydan sonra Mihmandar-ı Nebevî veya Mihmandar-ı Resul de dendiği olmuştur.

İslam peygamberi Hz.Muhammed'le(s.av) beraber Bedir Savaşı, Uhud Savaşı, Hendek Savaşı, Hayber Muharebesi, Mekke'nin Fethi ve Huneyn Muharebesi başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda peygambere bir zarar gelmesin diye hiç yanından ayrılmaz, bazı geceler onun çadırı etrafında nöbet tutardı. Peygamberin vahiy katiplerinden olan Eyüp Sultan hz.leri kendisine sorulan pek çok dini konuda, fetva verdi.

Halife Hz.Ebu Bekir zamanındaki savaşlara, halife Hz.Ömer zamanında yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine, halife Hz.Osman zamanında Kıbrıs seferinde katıldı. Kendisi sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanıyordu. 90'lı yaşlarında katıldığı ikinci İstanbul kuşatması sırasında şehit olmuştur. Vasiyeti üzerine İstanbul surlarının dibine gömüldüğü rivayet edilir. İstanbul'un Fethi'den sonra Akşemsettin hz.leri manevi keşif yoluyla mezarını buldu. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un fethinden hemen sonra mezarının bulunduğu yere cami medrese, imaret ve hamamdan oluşan bir külliye inşa ettirdi. Osmanlı padişahları Eyüp Sultan Türbesi önünde yapılan kılıç alayı ile tahta çıkardı. Mezarının bulunduğu Eyüpsultan ilçesi ismini ondan almıştır.

Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Hicretten iki yıl kadar önce hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte müslüman oldu ve ensardan İslâmiyet’i ilk kabul edenler arasında yer aldı. Nübüvvetin 13. yılında yapılan İkinci Akabe Biatı’nda bulundu (622). Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onunla, ileri gelen sahâbîlerden Mus‘ab b. Umeyr arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu. Hz. Peygamber’le birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda ona zarar gelmemesi için yanından ayrılmaz, hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı. Vahiy kâtiplerinden olması sebebiyle Hz. Peygamber zamanında Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. Ashap arasında ilmiyle de tanındığı için kendisine sorulan dinî konularda pek çok fetva verdi.

Ebû Eyyûb Hz. Ebû Bekir devrindeki savaşlarla Hz. Ömer devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs seferinde de bulundu (28/648-49). Medine âsilerin eline geçip Hz. Osman’ın namaz kıldırması engellenince (35/656) herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali’nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. Hz. Ali halifeliği döneminde Irak’a gittiğinde onu Medine’de yerine vekil bıraktı. Hâricîler’le ve Muâviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali’nin yanında yer aldı. Bu dönemde Basra valisi olan Abdullah b. Abbas Basra’ya gelen Ebû Eyyûb’a, “Senin vaktiyle Hz. Peygamber’e yaptığın gibi ben de bugün sana hizmet etmek istiyorum” diyerek konağını ona bıraktı. Giderken de kendisine 40.000 dirhem, yirmi köle ve değerli hediyeler vererek onu uğurladı (Zehebî, II, 410).

Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebû Eyyûb el-Ensârî, “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara 2/195) meâlindeki âyette sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Onun bu kuşatmadan bir yıl sonra (49/669) gönderilen Yezîd b. Muâviye kumandasındaki takviye birliğin içinde bulunduğu da rivayet edilmektedir. Ebû Eyyûb, kuşatma devam ederken hastalanarak 49 (669) yılında vefat etti. Ancak 50 (670), 52 (672) veya 55 (675) yıllarında öldüğü de ileri sürülmüştür. Cenaze namazını Yezîd b. Muâviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askerî birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi. Durumu öğrenen Bizans imparatorunun kuşatma kalktıktan sonra onu kabrinden çıkarıp vahşi hayvanlara yedireceğini söylediği, fakat İslâm ordusu kumandanı tarafından gönderilen cevapta, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslâm ülkesinde yaşayan hıristiyanların ve kiliselerin zarar göreceği bildirilince kabre dokunmayacaklarına dair teminat verdiği nakledilmektedir.

Ebû Eyyûb’un kabrinin sonraları bir bina içine alındığı, kıtlık zamanında kabrini ziyarete gelen hıristiyanların onun hürmetine yağmur istediği ve asırlar boyunca bu kabrin itina ile korunduğu söylenmekte, bazı seyyahların verdiği bilgiler de bu rivayetleri doğrulamaktadır. Bu seyyahlardan Ali b. Ebû Bekir el-Herevî (ö. 611/1215), Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabrini ziyaret ettiğini belirtmiştir (Ziyârât, vr. 51a). Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra kabrin yerinin Akşemseddin tarafından keşf yoluyla belirlendiğine dair Osmanlı tarih kaynaklarında geniş şekilde yer alan haberlerle bu bilgiler çelişmemektedir. Zira kabrin yeri korunmuş olmakla beraber İstanbul’un fethi sırasında sur dışında çok sayıda manastır, kilise, ayazma ve kutsal sayılan mezar bulunduğu için herhalde kabrin yeri kesin olarak bilinmemekteydi. Bir başka ihtimal de 1204 yılında Latinler’in İstanbul’u istilâsı esnasında şehir üç gün boyunca yağmalandığı ve hıristiyanlarca kutsal sayılan yerler yıkıldığı için Ebû Eyyûb’un kabrinin de tahrip edilmiş olmasıdır. Osmanlı padişahlarının tahta cülûsunda kılıç kuşanma merasimleri, şeyhülislâm ve bilhassa nakîbüleşrafın da bulunduğu bir törenle Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin türbesi önünde yapılırdı.

Resûl-i Ekrem Medine’ye hicret edince Medineli müslümanların her biri onu evinde misafir etmek istedi. Ancak Hz. Peygamber, bir tercih yaparak onları gücendirmemek için devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söyledi. Kendisini taşıyan devenin önce bir yere çöktüğü, buradan hemen kalkıp biraz ileride tekrar çöktüğü görüldü. Resûlullah oraya en yakın olan ve dedesi Abdülmuttalib’in annesi tarafından kendisine yakınlığı da bulunan Ebû Eyyûb’un evine yerleşerek burada yedi ay misafir kaldı. Bundan dolayı Ebû Eyyûb “Mihmandâr-ı Nebî” unvanıyla anılır. Bu ev İslâmiyet’in öğretildiği bir mektep durumundaydı. Hz. Peygamber fakir muhacirlere burada yemek verir, kendisine sunulan hediyeleri fakirlere burada dağıtırdı. Ev sahiplerine her vesile ile dua eder, onların bolluğa kavuşmalarını, huzur ve âfiyet içinde olmalarını dilerdi. Resûl-i Ekrem kendi evine taşındıktan sonra da zaman zaman Ebû Eyyûb’un evine misafir olurdu.

Ebû Eyyûb haksızlıklara tahammül edemez, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Cihad maksadıyla gittiği Mısır’da vali olan sahâbî Ukbe b. Âmir’in akşam namazını geç kıldırdığını görünce onu uyardı. Resûl-i Ekrem’in akşamı geç kıldığının zannedilmesine sebebiyet vererek halka kötü örnek olmamasını söyledi. Namazları müstehap olan vakitlerinde kıldırmayan Medine Valisi Mervân b. Hakem’e muhalefet eder, Resûlullah’a uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını açıkça söylerdi. Bir gün Ebû Eyyûb’u Resûl-i Ekrem’in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebû Eyyûb, “Ben bu mezar taşına değil Resûlullah’a geldim. Onun, ‘din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum” diye cevap verdi (Müsned, V, 422).

Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadığı halde Ebû Eyyûb el-Ensârî’den sadece 150 hadis rivayet edilmesinin iki önemli sebebi vardır. Bunlardan biri hadis rivayetinde çok titiz olması, diğeri de ömrünün savaşlarda geçmesidir. Kendisinin bilmediği bir hadisi Ukbe b. Âmir’den bizzat rivayet etmek için Medine’den Mısır’a kadar gitmesi, söz konusu titizliğin eşsiz bir örneğini ortaya koymaktadır. Ondan hadis rivayet edenler arasında İbn Abbas, İbn Ömer, Berâ b. Âzib, Enes b. Mâlik, Câbir b. Semüre gibi sahâbîler ve Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Sâlim b. Abdullah, Atâ b. Yesâr gibi tâbiîler bulunmaktadır.

Ebû Eyyûb’un rivayet ettiği hadislerden kırk tanesinin şair Bâkî tarafından Türkçe’ye tercüme edildiği bilinmekle beraber bugüne kadar eserin herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır (bk. BÂKÎ). Nûreddin Ali b. Ahmed el-Karâfî el-Ensârî’nin (ö. 940/1533) Nefeḥâtü’l-ʿâbiri’s-sârî bi-eḥâdîs̱i Ebî Eyyûb el-Enṣârî adlı eserinin nüshaları Süleymaniye (Ayasofya, nr. 942, 2102; Hafîd Efendi, nr. 44; Reîsülküttâb, nr. 276), Nuruosmaniye (nr. 940) ve Beyazıt Devlet (nr. 1077) kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu nüshalar 67-97 varak arasında değişmektedir. Şeyhülislâm Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin Mecmûʿu’l-ḥadîs̱ bi-rivâyeti Ebî Eyyûb el-Enṣârî adlı eseri ise Millet Kütüphanesi’ndedir (Ali Emîrî, nr. 2447, 30 varak). Eserin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki nüshasının (III. Ahmed, nr. 568, 62 varak) adı Kitâb fîmâ revâhü Ebû Eyyûb el-Enṣârî mine’l-ḥadîs̱’tir. Abdülvehhâb b. Mustafa eş-Şâmî’nin Kevkebü’s-sârî bi-eḥâdîs̱i seyyidinâ Ebî Eyyûb el-Enṣârî adlı eseri Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Dârülmesnevî, nr. 161, vr. 84-109). Ebü’l-Mevâhib Ahmed b. Îsâ er-Reşîdî er-Rıdvânî’nin Ḳūtü’l-ḳulûb fî eḥâdîs̱i Ebî Eyyûb’u Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (III. Ahmed, nr. 570, 77 varak), Muhammed b. Mustafa ed-Desûkī’nin Fetḥu’l-meliki’l-bârî bi-şerḥi baʿżi eḥâdîs̱i Ebî Eyyûb el-Enṣârî adlı eseri de Süleymaniye Kütüphanesi’nde (M. Ârif – M. Murad, nr. 5/1, vr. 1-75, müellif hattı) bulunmaktadır.

Reîsülkurrâ Abdullah Eyyûbî’nin Ebû Eyyûb-i Ensârî’den Mervî Hadislerin Şerhi ve Tercümesi adlı bir eseri vardır (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 203, 273 varak). Ayrıca Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin menkıbeleriyle türbesini ziyaret ederken uyulacak esasları Âdâbü’l-müsâfirîn adlı risâlesinde ele almıştır (bk. ABDULLAH EYYÛBÎ). Muhammed Abdullah Veled Kerîm, Ebû Eyyûb el-Enṣârî ve merviyyâtühû fî Müsnedi’l-İmâm Aḥmed adıyla bir yüksek lisans çalışması yapmış (Ümmülkurâ Üniversitesi, Mekke 1400/1980), İsmail L. Çakan da Ebû Eyyûb’un rivayetlerinden derlediği kırk hadisi şerhederek Eyüb Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis adıyla yayımlamıştır (İstanbul 1990). Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin menâkıbı muhtelif eserlere konu olmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır: 1. Abdülhafîz b. Osman et-Tâifî, Cilâʾü’l-ḳulûb ve keşfü’l-kürûb bi-menâḳıbi Ebî Eyyûb (İstanbul 1298). 2. Ahmed b. Muhyiddin en-Naîmî, Esne’ş-şevâhid fî ẕikri menâḳıbi Ebî Eyyûb Ḫâlid (TSMK, III. Ahmed, nr. 580, 60 varak). 3. Abdullah b. Sâdık, Menâkıb-ı Ebû Eyyûb el-Ensârî. Bu Türkçe eserin yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4692, 56 varak).

BİBLİYOGRAFYA
Wensinck, el-Muʿcem, VIII, 70.

Müsned, IV, 147; V, 416, 417, 422.

Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 89, “Ḳader”, 8.

Müslim, “İmâre”, 48, “Eşribe”, 170.

Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 6.

Tirmizî, “Zühd”, 39, “Tefsîr”, 3, “Eṭʿime”, 13.

Nesâî, “Beyʿat”, 32.

Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr (nşr. Hamdi Abdülmecîd es-Selefî), Bağdad 1979, IV, 187, 189, 218.

Hâkim, el-Müstedrek, I, 90; III, 462; IV, 515.

Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, IX, 323.

İbn Hişâm, es-Sîre, I, 144, 177; II, 100, 140, 141, 144, 145, 152, 167, 175, 359; III, 315, 316, 354, 355.

İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 110, 116; III, 484, 485.

İbn Kuteybe, el-Maʿârif (Sâvî), s. 119.

Belâzürî, Fütûḥ (Rıdvân), s. 19, 20, 159.

a.mlf., Fütûh (Fayda), s. 5, 6, 220.

İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, Kahire 1384/1965, IV, 367-368.

İbn Abdülber, el-İstîʿâb, I, 403-404.

Herevî, Ziyârât, Bursa Eski Eserler Haraççıoğlu Ktp., nr. 1095, vr. 51a.

İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, II, 94-96.

a.mlf., el-Kâmil, III, 459.

Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, II, 402-413.

İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 198, 214.

İbn Hudeyde, el-Miṣbâḥu’l-muḍî (nşr. Muhammed Azîmüddin), Beyrut 1405/1985, I, 88-89.

İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, III, 90-91.

a.mlf., el-İṣâbe (Bicâvî), II, 234-235.

Tecrid Tercemesi, I, 135-138.

Enîsî, Menâḳıb-ı Aḳşemseddîn, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4666, vr. 11b-12a.

Semhûdî, Vefâʾü’l-vefâ, I, 181, 193.

Hazrecî, Ḫulâṣatü Teẕhîb, s. 100-101.

Münâvî, Feyżü’l-ḳadîr, VI, 386.

Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn, Beyrut 1320, II, 57-65.

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul 1314, I.

Safiyyurrahmân Mübârekfûrî, er-Raḥîḳu’l-maḫtûm, Beyrut 1408/1988, s. 167.

Ahmed b. Zeynî Dahlân, es-Sîretü’n-nebeviyye (Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn içinde), I, 329.

Mahmud Esad, İslâm Tarihi, İstanbul 1983, s. 375, ayrıca bk. İndeks.

Elmalılı, Hak Dini, II, 701-704.

A. Süheyl Ünver, İstanbul’da Sahâbe Kabirleri, İstanbul 1953, s. 30-35.

Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt, Meşhur Eyyûb Sultan, İstanbul 1955.

Muinüddin Ahmed Nedvî – Saîd Sâhib Ensârî, Asrı Saadet: Peygamberimizin Ashabı (trc. Ali Genceli, nşr. Eşref Edib), İstanbul 1384/1964, IV, 268-285.

Ali İhsan Yurd, Fatih Sultan Mehmed Han’ın Hocası Şeyh Akşemseddin: Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1972, s. 62-67.

M. Mustafa el-A‘zamî, Küttâbü’n-nebî, Riyad 1403/1981, s. 32.

Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, İstanbul 1986, I, 117, 268, 307, 311, 435-437; II, 431; III, 31.

İsmail L. Çakan, Eyüb Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis, İstanbul 1990.

Marius Canard, “Tarih ve Efsaneye Göre Arapların İstanbul Seferleri”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, II, İstanbul 1956, s. 217-222.

Hasan Güleç, “Peygamber’in Ev Sahibi Ebû Eyyub Hâlid b. Zeyd el-Ensârî (R.A.)”, Diyanet Dergisi, XII/5, Ankara 1973, s. 259-264.

[Cl. Huart], “Ebû Eyyûb”, İA, IV, 16-17.

a.mlf. – E. Lévi-Provençal – J. H. Mordtmann, “Abū Ayyūb al-Anṣārī”, EI2 (Fr.), I, 111-112.

https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-eyyub-el-ensari 


 

17 Kasım 2018 Cumartesi

Mezarı açılan Allah’ın Aslanı Hz. Hamza’nın kabrinde iç ürperten görüntü


Mezarı açılan Allah’ın Aslanı Hz. Hamza’nın kabrinde iç ürperten görüntü

Mezarı açılan Hazreti Hamza’nın naaşını görenler gözlerine inanamadı. Mezarı taşınmak için açılan Hazreti Hamza’nın kabrindeki görüntüyü görenler gözyaşlarına boğuldu.

Allah’ın aslanı olarak nam salan Uhut Şehidi Hazreti Hamza’nın mezarında tüyleri diken diken edecek görüntü…


Mezarı açılan Hazreti Hamza’nın naaşını görenler gözlerine inanamadı. Mezarı taşınmak için açılan Hazreti Hamza’nın kabrindeki görüntüyü görenler gözyaşlarına boğuldu.

Hicretin üçüncü yılında Mekkeli müşriklerle Medineli müslümanlar arasında meydana gelen Uhud savaşında müşrikler yirmi üç ölü verirken müslümanlardan yetmiş kişi şehit olmuştu (25 Ocak 625).Rasulullah Aleyhisselam Uhud şehitleri hakkında şöyle buyurmuşlardır:

“Bunların Allah katında şehit olduklarına şehadet ederim. Gelin ve onları ziyaret edin. Allah’a yemin ederim ki kim onlara selam verirse, onlar da kıyamet gününe kadar selam verenin selamına karşılık vereceklerdir.”

Attaf b. Halid (Tabiîn sonrası neslin hadis râvilerindendir) şöyle bir haber vermiştir:

“Teyzem bana dedi ki, bir gün bineğime binip Uhud şehitliğine ziyarete gittim. Orada bir süre namaz kıldım. Hz. Hamza’nın kabrinin yanındaydım. Civarda seslenen veya seslere cevap veren kimse yoktu. Yalnız bineğimin yularını tutan bir çocuk vardı. Namazımı tamamladıktan sonra elimle kabre doğru işaret ederek “esselamü aleyküm” dedim. O anda yer altından selamıma karşılık veren bir sesin geldiğini işittim. Allah’ın beni yarattığını nasıl biliyorsam, geceyle gündüzü nasıl biliyorsam, bu hadiseyi de öylece biliyorum. Selamın karşılığını işittiğim zaman bütün tüylerim ürperdi.”

Siyer ve hadis kaynaklarında anlatıldığına göre, Ebu Süfyan oğlu Muaviye nin halifeliği zamanında Uhud civarından su çıkarılmasına lüzum görülmüştü. Uhud’da şehit kabirlerinin bulunduğu yer dışında su akıtma imkanı olmadığını halifeye yazdılar.Muaviye de şehit kabirlerinin açılıp, içindekilerin başka tarafa nakledilmesini bildirdi. Medine halkına Uhud’da şehit cenazesi olanların hazır bulunması ilan edildi. Orada Amr b. Cemuh ile Abdullah b. Amr’ın müşterek kabri açılınca cesetlerin hiç bozulmadığı görüldü. Abdullah b. Amr (b. Haram) şehit olunca elini yaralı yüzüne bastırdığı halde gömülmüştü.

Yeni kabrine konulurken eli yarasından çekilince yüzü kanamaya başlamış, eli tekrar yarasına konulunca kanaması kesilmiş. Kabir açma sırasında Hz. Hamza’nın ayağına demir küreğin ucu değince ayağından kan akmıştır.Uhud şehitlerinin kabirleri, ilk gömüldükleri zamandan kırk altı yıl sonra açılmıştı. O sırada ortaya misk kokusu gibi bir koku yayılmıştır. O mübarek şehitler, uyuyan canlı insan gibi, omuzlara alınarak yeni kabirlerine taşınmışlardır.


https://www.ajanshaber.com.tr/mezari-acilan-allahin-aslani-hz-hamzanin-kabrinde-ic-urperten-goruntu-haber-454058

16 Kasım 2018 Cuma

SAHABELERİN ÖLÜMLE İLGİLİ SÖZLERİ



SAHABELERİN ÖLÜMLE İLGİLİ SÖZLERİ

Muaz b. Cebel (r.a.) öleceği zaman şöyle dedi;

"Ey Allah'ım! Senden korkuyordum, bugün ise ümit ediyorum.Ey Allah'ım! Bilirsin ki dünya için ve dünyadaki nehirleri akıtmak, ağaçları dikmek için uzun yaşamayı istemiyordum. Dünyada sıcak günlerde (oruç tutmak suretiyle) susamak için ve ibadet yapmak suretiyle zahmet çekmek, zikir halkalarında alimlerle diz dize oturmak için istiyordum.

Sekeratı şiddetlenince hiç kimsenin geçirmediği krizi geçirirdi. Her krizden ayrılırken gözünü açtıktan sonra 'Yârab! Beni boğdurduğunla boğdur (hükmüne razıyım). Sen izzetine yemin ederim! Kalbimin seni sevdiğini bilirsin'"

Hz. Selman öleceği zaman ağladı, 'Seni ağlatan nedir?' diye sorulunca 'dünya için ağlamıyorum. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.) bize dünyadan azığımızın, yolculuğunun azığı gibi olmasını tavsiye etti. (Bunun için ağlıyorum)' dedi. Bilal-i Habeşi (r.a.) öleceği zaman hanımı "Vay üzüntüsüne!" dedi. O cevap olarak dedi ki: 'Hayır! Aksine vay onun sevincine! Yarın dostlarla Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım.'

Abdullah b. Mübarek öleceği anda gözünü açıp gülerek şöyle dedi: "Çalışanlar bunun için çalışsın!" (Saffat, 61)Fudayl b. İyaz öleceği zaman bayıldı. Ayıldıktan sonra gözlerini açınca 'Eyvah Seferinin uzaklığına, azığının azlığına!' dedi.

Ata b. Yesar şöyle demiştir: İblis ölüm anında bir kişiye göründü ve ona kurtuldun! dedi. Buna karşılık kişi "senden hâlâ emin değilim!" dedi. Seleften biri öleceği anda ağladı. Seni ağlatan nedir? diye sorulunca: "Allah'ın kitabındaki şu ayet beni ağlattı" dedi. "Allah sadece muttakilerden kabul eder!" (Maide, 27)

Seleften biri şöyle anlatıyor:Mumşad ed-Dineveri'nin yanında bulunuyordum. Bir fakir gelip dedi ki: "Selam size! Burada temiz bir yer var mıdır ki, orada insanın ölmesi mümkün olsun?" Ona bir yer gösterildi. Gösterilen yerde pınar bulunuyordu. O fakir abdestini tazeledi. Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı. O yere gitti ayaklarını uzattı ve öldü. Ebu Süleyman Darani öleceği zaman arkadaşları geldiler ve dediler ki: "Sana müjde olsun! Sen gafur ve rahim olan bir rabbin huzuruna varıyorsun!"

Ebu Süleyman onlara "Neden? Sen küçük günahtan dolayı hesaba çeken büyük günahtan dolayı aza veren bir rabbin huzuruna varıyorsun demiyorsunuz" dedi.

Ebu Bekir el-Vasıti ölüme hazırlanırken kendisine 'Bize nasihat et!" denildi. Bunun üzerine Allah Teala'nın sizdeki murad-ı ilahisini gözetiniz! dedi.Seleften biri ölüme hazırlanırken hanımı ağladı. Bunun üzerine hanımına 'seni ağlatan nedir? dedi. Hanımı, 'senin için ağlıyorum!' deyince o zat: 'eğer illa ağlayacaksan kendin için ağla! Ben bugün için kırk sene ağladım!' dedi. Kalp yanmış gözyaşı çekilmiştir: Üzüntü derlenmiş sabır dağılmış heva şevk ve ızdırabın işledikleri suçtan ötürü kararsızın üzerinde karar tutmak nasıl olur?

18 Aralık 2016 Pazar

YILDIZINI SEÇ


Hz.AYYAŞ BİN EBİ RABİA(r.a)



Hz.AYYAŞ BİN EBİ RABİA(r.a)


Türkçe’mizde farklı bir manaya bürünen “ayyaş” kelimesi, Peygamberimizin(s.a.v) yakın sahabilerinden birisinin ismidir. “Güzel bir hâle sahip,dirlikli,müreffeh yaşayan” manalarına gelen bu kelime, “zahireci ve ekmekçi” manasında da kullanılmaktadır.

Hz.Ayyaş,İslam davetine ilk uyan bahtiyarlardandır.
Peygamberimizin,İlahî dini ilan ettiği ilk günlerde nurlu kervana katılanlar arasında o da vardı. Müşriklerin işkencelerinden dolayı Habeşistan’a hicret eden ikinci kafilede hanımı Esmâ ile beraber o da bulunuyordu. Tekrar Habeşistan’dan döndüklerinde, ikinci bir hicret başladı: Medine’ye yolculuk…[1]

Peygamberimiz henüz Mekke’de bulunuyordu. Müminlere Medine’ye hicret etmeleri için izin vermişti. Mekke’den ilk ayrılanlardan Hz. Ömer, müşriklerin şaşkın bakışları önünde Kâbe’de iki rekât namaz kıldıktan sonra, “Anasını ağlatmak, hanımını dul bırakmak ve çocuklarını yetim koymak isteyen varsa, şu vadinin arkasına gelsin, bana kavuşsun!” diye meydan okuyarak yola çıktı. Hz. Ayyaş bin Ebî Râbiâ ve Hz. Hişam bin Âs ona arkadaşlık ediyordu. Daha sonra kendilerine katılanlarla birlikte 20 kişilik bir kafile Medine yolunu tuttu.

İmansız güruhun reisi Ebû Cehil, üvey dayısı Hz.Ayyaş’ın Mekke’den ayrıldığını duyunca kardeşi Hâris’i yanına alarak peşlerine düştü ve Medine’de yetişti. Kurduğu sinsi planla Hz. Ayyaş’ı kandıracak,tekrar getirecek ve işkenceye tabi tutacaktı.

Ebû Cehil,hicret eden Müslümanların yanına gelerek Hz. Ayyaş’ı buldu.Onun merhamet hissini tahrik etti: “Annen yemin etti.Sen dönmedikçe ne başına tarak vuracak,ne de güneşin altından gölgeye çekilecek.Git, onu kurtar.”

Hz.Ayyaş’ın yumuşadığını hisseden Hz.Ömer müdahale etti.Onu uyarmak istedi, “Ayyaş,yemin ederim ki,bunlar seni kandırmaya çalışıyor! Seni Mekke’ye götürüp dininden döndürmek isteyecekler. Onlara inanma!” dedi.
Hz. Ayyaş,annesini çok seviyordu.Ayrıca Hz.Ömer’in yardımıyla geçindiğini de belirterek şöyle konuştu:

“Annem yemin etmiş.Onu yalancı çıkaramam ve ben senin malından geçinen bir dostunum.” diyerek gitmek istedi.Hâlbuki Allah’ın ve Resûlünün emrine uyarak hicret etmişti.Ortada açık olarak görünen Allah rızası vardı.Ana baba hakkı daha sonra gelirdi.Hz. Ömer tekrar ikaz etti: “Ben kavmimin zenginlerindenim, servetimin yarısı senin olsun.Tek, sen onlarla gitmekten vazgeç.” Fakat Hz.Ayyaş gitmekte kararlıydı.Israr edince,Hz. Ömer ona devesini verdi, “Bunlardan şüphelenirsen deveye bin,kaç ve kurtul!” dedi.

Orada mevcut bulunan Müslümanlar da gitmesini istemiyorlardı. Hz.Ayyaş,yapılan istişareye uymamanın sıkıntısını çekecekti.

Ebû Cehil ve kardeşi ile yola çıktı.Mekke’ye yaklaştıkları sırada müşrik desisesi işlemeye başladı. Arkalarından gelen Hz. Ayyaş’ın öne sürmesini istediler. Öne geçer geçmez üzerine atıldılar, sımsıkı bağlayarak Mekke’ye götürdüler.Ebû Cehil,işkenceye başladı.İlk başta 100 sopa vurdu. Daha sonra da susuz ve ekmeksiz hapsetti. Bununla, hicret etme niyetinde olan diğer sahabilerin gözünü korkutmak istiyordu.

Hz.Ayyaş bir hata yapmıştı. Diğer Müslümanlar ona iyi nazarla bakmıyorlardı. Onun dininden döneceğinden endişe ediyorlardı. Fakat sonradan vahyedilen bir âyet-i kerimede, kendi nefislerine zulmedenlerin affolunacağı bildirildi.[2]

Peygamberimiz,hicret ettikten sonra Mekke’den çıkamayan ve müşrikler elinde eziyet çeken Müslümanların kurtulmaları için, her sabah namazından sonra dua ediyordu: “Allah’ım, Seleme bin Hişam’ı,Ayyaş bin Ebî Râbiâ’yı ve işkence çeken diğer zayıf Müslümanları Sen kurtar.”[3]
Bir taraftan da Peygamberimiz,onları kurtarmak için çare arıyordu. Bir gün sahabilere, “İşkence altında olan Müslümanları kim kurtarır?” diye sorunca, Mekke’den yeni dönen Hz.Velid bin Velid (r.a.) ileri atıldı, “Ben kurtarır,sana getiririm.” diye yola çıktı. Mekke’ye varınca,bir kadından, bulundukları yeri öğrendi. Gece yanlarına vardı. Bağlandıkları ipi kesti, onları kurtardı. Yaya olarak aralıksız yol aldılar. Medine’ye geldiler. Yürümekten Hz.Velid’in parmakları parçalanmıştı.Fakat kardeşlerini kurtarmanın sevinci her türlü sıkıntıyı unutturmuştu.[4]

İslam Devleti artık Medine’de kurulmuştu. Peygamberimiz, ilk İslam Devleti’nin reisi vazifesindeydi.Sıra diğer devletlerle münasebete geldi.Devlet başkanlarını ve kabile reislerini hak dine davet etmek için her birine ayrı mektup yazarak birer elçiyle gönderdi. Hz.Ayyaş’ı da bugünkü Güney Yemen’de yaşayan Himyer kabilesi reislerinden Mesruh ve Nuaym bin Abdi’l-Külâl’e gönderdi.

Peygamberimiz,devlet ve kabile reislerine gönderdiği kimseleri sahabilerin içinden, haricî münasebetleri kuvvetli, bilgili ve dirayetli olanlardan seçerdi. Onlara neler yapacaklarını, nasıl davranacaklarını,hattâ neler giyeceklerini en ince teferruatına kadar anlatır,izah ederdi.
Peygamberimiz,Hz. Ayyaş’a Himyerlileri İslam’a davet eden mektubu verdikten sonra şu tavsiyede bulundu:

“Onların yurduna vardıktan sonra geceleyin girme.Sabaha kadar bekledikten sonra güzelce bir abdest al.İki rekât namaz kıl. Allah’tan kurtuluş ve kabul dile.Allah’a sığın.Mektubumu sağ eline al,onlara sağ elinle,sağ taraflarından ver. Seni kabul ettikleri zaman onlara Beyyine Sûresi’ni oku.Onlar sana hiçbir delil getirmezler ki,boşa gitmesin! Hiçbir yaldızlı kitap vermezler ki,nuru sönmüş olmasın.Onlar sana kendi dilleriyle bir şey okudukları zaman, ‘Tercüme ediniz.’ de. ‘Allah bana yeter.’ dedikten sonra şu âyeti oku: ‘İşte onun için sen [tevhide] davet et.Ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.Onların kötü arzularına uyma ve de ki: Ben Allah’ın kitaptan indirdiğine inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum.Allah bizim de Rabb’imiz,sizin de Rabb’inizdir.Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışmayı gerektiren bir durum yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar,dönüş de O’nadır.’”[5]
Peygamberimiz bu sözleriyle, tebliğin ilk şartı olan “hakkı anlatma”yı tavsiye ediyordu.
Onların Müslüman olduklarında nasıl davranması gerektiğini de Hz. Ayyaş’a şöyle anlatıyordu:
“Müslüman oldukları zaman,toplanıp önünde yere kapandıkları üç değneği iste.[Onların hangi ağaçtan yapıldıklarını da söyler.] Onları çıkarttır.Çarşılarının ortasında ateşe ver, yak!”

Bu ifadelerle de, onların eski dinlerine ait olan bağlılıklarını bütün bütün kesmelerini istiyordu.Hak gelince, batıla ait olan her şeyin imha edilmesinin gerektiğini belirtiyordu.


Hz. Ayyaş, Himyer yurduna gitti. Peygamberimizin talimatına göre hareket etti. Oradan ayrıldıktan sonra, Himyerlilerin reisleri bir elçiyle mektup göndererek Müslüman olduklarını bildirdiler.
Hz.Ebû Bekir devrinde Suriye’nin fethine katılan ve üstün kahramanlıklar gösteren Hz. Ayyaş, Şam’dan döndükten sonra Mekke’de vefat etti.


Allah ondan razı olsun!

[1]Üsdü’l-Gàbe, 4: 161.
[2]Zümer Sûresi, 53, 55.
[3]Tabakât, 4: 130.
[4]Tabakât, 133.
[5]Şûra Sûresi, 15.

Sahabeler Ansiklopedisi

http://www.resulullah.org/ayyas-bin-ebi-rabia-ra

Hz.KA'KA(r.a)-VİDEO


Hz.KA'KA(r.a)





Hz.KA'KA(r.a)


El-Ka’ka’ b. Amr b. Mâlik et-Temîmî (ö. 40/660)
Asr-ı saadetin muhteşem kumandanı Ka’ka b.Amr.
Bu değerli zat Hulefâ-yî Râşidîn devrinin ünlü kumandanlarından biridir.Bu şanlı zat ikinci Halid olarak ta ün salmıştır.

Ka’ka (ra) sahabe efendilerimizden biridir ve İslam dininin dört bir yana yayılmasında büyük rol oynamıştır.
Hz. Ebu Bekir (ra), Ka’ka bin Amr (ra) hakkında şöyle söylemiştir:

“Askerler arasında Ka’ka’nın sesi bin kişiye bedeldir.”
Çok iyi bir şair ve büyük bir komutandı.
Şam ve Irak fetihlerinde Hz. Halid bin Velid’in (ra) sağ kolu olarak büyük rol oynadı. Önce Şam fethinde sonra da Irak fethinde Hz. Sa’d ibni Ebi Vakkas’ın (ra) sağ kolu oldu.
Ve bir diğer özelliği, Yahudilerin O'nu hiç sevmemesi.
Ka'ka bin Amr(ra) Yahudilerin en çok nefret ettiği sahabelerden biri olarak da gösteriliyor.

Bugün dilimizde "Kaka"nın ne anlama geldiği malum. Yahudilerin çocuklarını tuvalete götürdüklerinde Hz.Ka'ka bin Amr'a(ra) olan kinlerini kusarak, o dışkıdan "kaka" diye söz ederler ve bu adlandırma yayılır; bizler de hiç araştırmadan "kaka" diyoruz.


Hz.KA'KA(r.a) HAYATI

Hz. Ebû Bekir döneminde irtidad eden Alkame b. Ulâse üzerine müfreze kumandanı olarak gönderildi ve görevini başarıyla tamamladı.Aynı yıl Hâlid b. Velîd’in peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha ile yaptığı Büzâha savaşına katıldı. Ulleys’in ve Übulle’nin fethine Hâlid b. Velid’le beraber iştirak etti.Hîre’nin fethinde de bulunan Ka’kâ’, Hâlid b.Velid’in emriyle bîr süre Hîre’de kaldı. Daha sonra çeşitli fetihlerde görevlendirildi.

Ebû Ubeyde onu Hz. Ömer’in emri üzerine öncü kuvvetlerin kumandanı sıfatıyla Irak’a gönderdi.Ka’Kâ’,Kâdisiye öncesi İran fetihlerinde de önemli rol oynadı.Ağvâs’ta cereyan eden savaş,öncü kuvvetlerin başında bulunan Ka’kâ’ın gösterdiği gayretler sonucunda kazanıldı . Hâlid’in emriyle Suriye’deki fetihlere de katılan Ka’kâ’,Yermük Savaşı’nda bir süvari birliğinin başında görev yaptı.

Ka’kâ’ asıl şöhretini Kâdisiye Savaşı’nda elde etti;bu savaşın kazanılmasında onun büyük payının olduğu rivayet edilir.
Kadisiyye Savaşı’nda Ka’ka (r.a.):

Hazret-i Ka’kâ, gelir-gelmez selâm verip mücâhidleri cihâda teşvik eyledikten sonra, meydana at sürüp, İranlılardan er taleb etti.En yiğit kumandanlarından Zü’l-Hâcip ileri çıktı. Hazret-i Ka’kâ bir hamlede onu devirirken, ikinci, üçüncü… otuzuncu Farslı pehlivanının işini bitirip katletti. Onun bu bahadırlığı İranlıların ümidsizliğe düşmesine sebeb oldu ve mücâhidleri gayrete getirdi.

Hazret-i Sa’d’ın hücûm emri ile galeyana gelen mucâhidler,tekbîr getirerek düşman üzerine atıldılar.Ka’kâ bin Amr, develerin üzerine perdeler çekip süvariler bindirdi.Devedekileri himâye ederek,İran atlılarının üzerine saldırdı, İran atlıları,o hâldeki develerden ürküp geriye kaçmaya başladılar.

Bu panikten istifâde etmesini çok iyi bilen gaziler,öğleye kadar pek çok İranlıyı saf dışı ettiler. Akşama kadar devam eden muharebede İran’ın en meşhûr pehlivan.! öldürüldü. O gün, Ka’kâ bin Amr ve Ebû Mihcen’in (radıyallahü anhümâ) târihe ismini yazdırtan pek büyük kahramanlıkları görülmüş, ve Kadisiyye meydânı onbinden ziyâde İranlıya mezar olmuştu.
Medâin’in fethinde Kisrâ lIl.Yezdicerd’e ait zırh,kılıç,miğfer gibi teçhizatı ele geçiren Ka’kâ’, daha sonra Hz.Ömer’in emriyle Celûlâ Savaşına öncü kuvvetin kumandanı olarak katıldı. Savaşın ardından Hulvân’a giderek bir garnizon tesis etti.Aynı yıl Sa’d b. Ebû Vakkâs kuvvetlerine katılıp onun emrinde çalıştı. Ertesi yıl Humus’a gönderildi ve bu sıra-da gerçekleştirilen el-Cezîre fetihlerine iştirak etti.

Nihâvend’in ve Hemedan’ın fethinde görev aldı. Bir müddet sonra Kûfe’ye yerleşen Ka’kâ’. Hz. Osman dönemindeki iç karışıklıklarda halifeyi destekledi.Muhalifler Medine’yi kuşatınca Hz. Osman’ın talebi üzerine yardıma gelenler arasında Ka’kâ' da bulunuyordu. Hz. Ali döneminde onu destekleyen Ka’kâ’, Cemel Vak’ası’ndan önceki müzakerelerde Hz. Ali’yi temsilen Talha b.Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm ile görüştü.Cemel ve Siffîn savaşlarında Hz. Ali’nin saflarında çarpıştı.Ka’kâ’ cesaretiyle tanınmıştı.

Hz. Ebû Bekir de onun cesaretinden ve yararlı işlerinden övgüyle söz eder(İbnü’l-Esîr,IV,409)
Aynı zamanda şair olan Ka’kâ’ın şiirleri daha çok savaşlarla ilgilidir.Şiirleri Âsim b. Amr’ın şiirleriyle birlikte Nûrî Hammûdî el-Kaysî ve Hatim Salih ed-Dâmin tarafından yayımlanmıştır.
(Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb Câmi’atü Bağdâd, sy. 31 (Bağdad 1981) s. 205-251)

https://vadetamam.com/2014/06/kaka-bin-amr-ra.html

http://www.islamalimi.com/ayyas-ve-kaka-ismi-konulabilir-mi/